13 Mart 2012 Salı

BÜYÜMEK





BÜYÜMEK

Hadi bu sabah al gel tüm sembollerini, yine evcilik oynayalım.
Seninle üç tekerlekli bisiklete toprak yolda binip,
çamurdan kaleler, şatolar yapalım.
Çiçek de dikeriz dikenlerden.
Korkma, hem bu kez kimse dövemez bizi masum öpücük için.
Korurum seni ben.
Hem
"Ben" büyüdüm ki...

Ümit Atalay Ekmekçi

İNSAN NASIL İNSAN OLUR










Tahta ateşi, ateş külü, kül toprağı, toprak madeni yaratır.
Maden şebnemi toplar.
Şebnem büyür pınar olur, tahtayı yaratır.
Su ateşi söndürür, ateş madeni eritir, maden tahtayı keser,
Tahta toprağa gömülür, toprak suyu emer.
Kadın erkeğe, erkek kadına aktarılır, İNSAN olur...


Ümit Atalay EKMEKÇİ

B/İT PAZARI

Artemisi satıyorlardı dün karşı sokakta,
Bu ne iş Phelenope dedim

- Ucuz iş abi piyasayı çürütür bunlar.
-Şikayet dilekçesi düşünüyoruz esnaf tanrılar adına,
Topal müteaahhitle kaçtı diyorlar Aslı
Kerem de jigolo olmuş, yaşlı bir dulun kapısına
Üzülmeyin, kadrolu yapacaklarmış yakında
Reklam metni yazıyormuş baba Zeus,
Eh, ekmek parası diyormuş, hani şöyle boş zamanlarında.

Selamı var Neyzen'in
içeride daha rahatmış.
''Ciğerimiz beş para etmese de.''
Yunus'u Şırnak'a sürdüler
Pir Sultan'ın da başına yeniden ödül kondu
Yakalarlarsa bir daha asacaklarmış, Hızır Paşalar söyledi...
2 Temmuz '93 SIVAS'ta...

2 Temmuz '93 - Antalya

Ümit Atalay EKMEKÇİ

YALNIZLIK

Kimsesiz amaçsız yaşamdan tat almamak; Hep oynayabileceğiniz, asla tam anlamıyla dürüstçe kendiniz olamayacağınız bir güruhun sözüm ona arkadaşlar ve dostlarla çevrili bir yaşamı sürmek bu eziyete ne zamana kadar ve niye katlanıyoruz.
Amacınız ve yandaşınız olmazsa hayatın ne anlamı kalıyor, bir sürü yalan, monoton bir iş temposu içinde ayakta kalma, varolma çabası ne kadar boş bir devinim.
İnsan kaybettiği insanlarla kendilerinden –anılarından- parçalar gömer toprağa ve o naaşla birlikte yaşanmışlıklar da çürür ve toprak yani yalan ve unutulmuş olur. Kaybedilenler çoğaldıkça anılarda yitip gider belleğimizden, zaman zaman son bir gayretle bir çağrışımla canlanacakmış gibi olsa da yok olmaktır sonu çaresiz. Ve her kaybedilenin ardından, kayıp için değil insan kendisi için göz yaşı döker. Sizden alınan ve bir yerde biriktiğini düşündüğünüz o vahaya ulaşmak artık eskisi gibi ürkütücü değil, bir kurtuluş, benliğe yeniden kavuşmak gibi gelir. Bu yalnızlıktan kurtulmak için tek ve en doğru yol gibi gelmeye başlar.
İnsanlar temelde kaybedilenlere değil kendi yalnızlıklarına ağlarlar, bu ne bencilliktir halbuki gidenler kendi anılarına anılarındaki kişilere kavuşabilecekleri düşüncesi bizi gerçekten sevenleri –ki öyle olduğumuzu iddia ederiz- mutlu etmesi gerekmez mi?
Bir ses, bir soluk, bir koku yaşamın en renkli enstantaneleridir! Fark edebilene ancak ve ancak kaybedince anlıyor insan bu hazinelerin elinin altında ve gözünün önünde olup da görülemediğini ve o zaman da geç kalınmış oluyor.
Keşke, keşkeler ne berbat bir kelime, içinde o kadar karanlık duygu var ki o kadar karamsar bir tabir ki, içinde hem pişmanlığı, hem geç kalmışlığı, kendine lanet okumayı, yenilgiyi kabullenmeyi daha neler neler barındırıyor.
Yaşamda insanın mutlu olması ne kadar zor gibi görünüyor, oysa gün içinde mutluluklar elimizden kayıp gidiyor ve fark etmiyoruz. İhtirasımız bunu görmemizi engelliyor, hep daha iyiye, hep daha güzele, hep daha çok ve daha kaliteliye çabaladığımızdan elimizdekinin farkına varamıyoruz. Zaferler kazanıldığı zaman değil paylaşıldığı zaman değer kazanır. Bunu görebilmek ne büyük erdem. Siz yakalayabiliyor musunuz? Görebiliyor musunuz? O zaman siz o mutlu azınlıktansınız, ayrıcalıklı olanlardan. Bu ne büyük mutluluktur.
Sevgiyle ve paylaşarak yaşayın, hayata tutunun, amaçlarınız inançlarınız olsun ama hayatın elinizden kayışını da seyretmeyin. En önemlisi siz insan olun.